Ben Erbakanýn Samimi Olduðunu Düþünmüyorum Türkiyeyi Bilerek ve istiyerek Bu Sürece sokmuþtur.Alýntý
Gerek Sözleri gerek eylemleri ile çok yanlýþlar yapmýþtýr. Ben Onun Ne Ýslamcý Nede Osmanlýcý olduðunu düþünüyorum.
Deðiþen Türk Kimliði ve Dýþ Politika: Neo-Osmanlýcýlýðýn Yükseliþi*
Yrd. Doç. Dr. Hakan Yavuz**
Utah Üniversitesi
Modern dönemde pek az ülkenin kimliði Türkiye Cumhuriyeti’ninki kadar uç kutuplarda tartýþýlmýþ ve deðiþik yorumlanmýþtýr. Türkiye’nin modern ulusal kimliði ile ilgili yorumlar, onu temelde ya Batýya ya da Ýslama yönelik olarak anlayanlardan, çok önemli bir devlet veya ‘parçalanmýþ ülke’ olarak görenlere kadar (belki iki uygarlýðýn da çeliþen noktalarýný içine katarak) deðiþiklik göstermektedir (1). Ancak, günümüz Türk ulusal kimliði ve onun dýþ politikadaki etkilerini konu alan bu tip tartýþmalarýn çoðu Türk ulusçuluðunun süregelen Osmanlý-Ýslam kaynaklý mirasýný doðru bir þekilde deðerlendirememektedir. Oysa, Türkiye’nin ulusal kimliði ve dýþ politikasý birbirine baðlýdýr; buna raðmen bu baðýn doðasý ve politik Ýslam'ýn onun üzerindeki etkisi yeteri kadar anlaþýlamamýþ ve pek az incelenmiþtir.
Yüksek eðitim, kitle iletiþim ve haberleþmenin yaygýnlaþmasý ve burjuvazinin geliþmesi yeni bir Ýslamcý kimlik söyleminin siyasal düzeyde ortaya çýkýþýnda önemli bir rol oynamýþtýr. Bu kimlik, demokratikleþme süreci ve Anavatan Partisi’nden Merhum Turgut Özal’ýn, Doðru Yol Partisi’nden Tansu Çiller’in ve Refah Partisi’nden Necmettin Erbakan’ýn eþzamanlý baþarý süreçlerine baðlý olarak oluþan yeni siyasi elitlerin oluþumuyla siyasa yapýmý düzeyinde güçlenmiþ ve teþvik görmüþtür. Demokratikleþme ve kapitalist geliþme süreçleri, geleneksel Osmanlý-Ýslamcý dünya görüþünü ve Türk Anadolu kültürünü siyasi yapýnýn periferisinden merkezine taþýmýþtýr. Örneðin 24 Aralýk 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi tüm oylarýn % 21.1’ni ve 550 sandalyeli Türk parlamentosunda 158 sandalye kazanarak Millet Meclisindeki en büyük siyasi parti olmuþ ve 28 Haziran 1996’da Doðru Yol Partisi lideri Çiller ile bir koalisyon hükümeti kurmuþtur.
Böylece, Türkiye Cumhuriyeti, ilk kez kimliði ve siyasi felsefesi açýkça Osmanlý-Ýslam mirasýna dayanan bir baþbakana sahip olmuþtur.
Bu makale, kimlik ve çýkar arasýnda varsayýlan nedensellik iliþkisini, bölgesel ve ‘küresel’ alanlar arasýndaki etkileþimin içinde bulunduklarý baðlama özel ve karþýlýklý olduklarýný öne sürerek çürütmeyi amaçlamaktadýr. Neo-realist okulun aksine, ulusal kimlik ve dýþ politika yönelimi üzerine yapýlan tartýþmalarýn devletlerin arasý iliþkilerde önemli bir rol oynadýðýný ve uluslararasý iliþkilerin sadece önceden belirlenmiþ güç kavgalarý, güvenlik ikilemi ve çoðunlukla ayný yapýdaki ulus-devlet aktörlerin hakim olduðu iddia edilen anarþik uluslararasý sistemden oluþmadýðýný öne sürüyorum. Aksine, ulusal çýkar kavramýnýn ulusal kimlik söylemlerinin içinde toplumsal müzakerelerle yapýlandýðýný savunuyorum. Bu, ulusal ve uluslararasý güçlerin þekillenmesiyle ortaya çýkar. “Kimlikler çýkarýn temelleri olduðu” (2) için ulusal çýkarýn belirlenmesi kimlik politikalarýyla doðrudan ilgilidir. Bu nokta, 1995’den beri Türkiye’deki geliþmelerle resimlenmiþtir. Örneðin, ulusal güvenlik konularýnda politika oluþturan en yüksek kurum olan MGK, Þubat 1997’de, askeri hiyerarþinin savunmak üzere indoktrine edildiði laik-Kemalist kimlik ve dýþ politikadaki sapmalarý önlemek için hükümeti 18 maddelik önlemler paketini kabule zorlamýþtýr.
Ordu, MGK’daki konumunu kullanarak Refah Partisi liderliðindeki koalisyonun kararlarýný veto ederek, sonunda hükümeti 1997’de istifaya zorlamýþ olsa da liberalleþme sürecini geri çevirmeyi baþaramamýþtýr. Ekonomik liberalleþme ve Özal dönemindeki (19831991) büyüme, dinamik bir Anadolu müteþebbis sýnýfý yaratmýþ ve talepleri, siyasi alanýn geniþletilmesi olan ve bir türlü kontrol edilemeyen baðýmsýz gazeteler ve televizyon kanallarý gibi çok sayýda söylemsel alanlar yaratmýþtýr. Bu söylemsel alanlar, sosyal ve siyasi konularýn taslaðýnýn çýkarýldýðý, günlük bilinçlenmenin þekillendirildiði ana caddeler olmuþtur. 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesinin, ordu hakimiyetindeki MGK doðrultusunda ülkenin önde gelen bir siyasi partisini “laik düzene” bir tehdit olduðu için kapatmasýna ve ayný zamanda parti baþkaný Erbakan da dahil yedi Refah milletvekilini siyasi faaliyetlerden beþ yýllýðýna yasaklamasýna raðmen yeni söylem alanlarý önemlerini korudular (3).
Ýslamcý kimliðin politizasyonu hiçbir þekilde Türkiye’ye özgü olmasa da, çok yönlü ve çatýþan kimlikleri, güçlü orta sýnýfý, belirsiz laisizmi ve sosyokültürel Ýslamî siyasi sisteme dahil edebilmedeki yeteneði yüzünden Türkiye örneði özel bir önem taþýmaktadýr. Görece baþarýlý pazar deneyimi, Türkiye’yi kimlik ve çýkar oluþumunun dinamiklerini incelemede özellikle ilginç hale getirmiþtir. Kimlik söylemlerinin rolünü vurgulayarak kimlik ve çýkar oluþumlarýnýn teorik bir analizini yapmak, ortaya çýkan yeni elitler ve siyasi kimlik arasýndaki diyalektik iliþkiyi gösterebilir. Bu yeni siyasi kimlik, neo-Osmanlý (Türk-Ýslamcý) siyasi söylem olarak adlandýrýlabilinecek bu kimlik , Türk Ulusal çýkarýný oluþturan unsurlarý þekillendirmektedir. Bu neo-Osmanlý söylemin ana temasý, çoðu Müslüman ülkelerce ulaþýlamayan bir ekonomik ve sosyal geliþme seviyesine gelmiþ bir devletin sorunlarýnýn üstesinden gelmeye çalýþan çoðullaþtýrýcý ve popülist bir Ýslamcý ideolojidir.
Kimlik ve Ulusal Çýkar
Kimlik, içinde sosyal ve siyasi çevrelerin hem tanýnabilir hem de ayýrt edilebilir olduðu bir baþvuru çerçevesidir. Ulusal çýkarlar benliði korumak ve yükseltmek isteyen siyasi ve kültürel sýnýfýn, kimliðin bilimsel haritasýndan çýkarttýðý kaygýlar ve vaatler olarak tanýmlanabilir. Kimlikler, çýkarlarý doðrudan þekillendirmez, ancak dost ve düþman ayrýmýný ortaya koyarak ulusal çýkarýn içeriðini ve siyasi siyasetin temelini oluþturan kavramý belirlemede yardýmcý olurlar. Alman teorisyen Cart Schmitt, þunu savunmaktadýr: “siyasi alanda insanlar var olduklarý sürece, en uç örneklerde bile, dost ve düþman arasýndaki farký kendileri belirlemek zorundadýrlar.” (4). Gerçek veya hayali düþmanlara karþý devleti güçlendirmek için siyasi, askeri ve ekonomik kaynaklarý idare etmektedirler. Gerçekten, Türkiye’nin Sovyetler Birliði görünüþü altýndaki Rusya’yý önemli bir “öteki” olarak görmesi soðuk savaþ sonrasýndaki Türkiye’nin ‘batý’nýn bir parçasý olma isteðini güçlendirdi ve Türkiye’nin NATO’ya giriþini kolaylaþtýrdý. NATO içindeki rolü ise ulusal çýkar ve daha geniþ ulusal kimlik algýlamalarýný þekillendirdi.
Ulusal kimlik, toplum ve devlet arasýnda bilinçsel bir köprü saðladýðý için siyasi kimlik, toplum ve devletin farklý görüntülerinin birleþtiði, ayný zamanda çeþitli gruplarýn ayrýldýðý ve güçlendiði akýcý bir kesiþme noktasýnda bulunmaktadýr. Türkiye’de Ýslamcý, Balkan, Anadolu, Kürt ve Türk siyasi kimlikleri devlet-toplum iliþkilerinin haritasýnda önemli bir rol oynamaktadýr.
Ancak, son yýllarda, Türk Ulusçuluðunun özellikle Osmanlý-Ýslamcý kaynaklarý toplumun ‘ben’lik anlayýþý ve devlet politikalarýnýn þekillenmesinde daha iddiacý ve etkili hale gelmiþtir. Örneðin, tanýnmýþ Fransýz diplomatý, Eric Rouleau Türk dýþ politikasýnýn son yýllarda belirli bir Ýslamlaþmadan geçtiðini savunmaktadýr (5). Bu süreç, Refah liderliðindeki koalisyon hükümeti ile açýklýk kazanmýþtýr. Refah Partisinin hükümetten zorla çýkarýlmasýna raðmen, Ýslamcý gruplar merkez-sað partilerin içinde önemli bir rol oynamaya devam etmiþlerdir. Özellikle, popüler sufi tarikatlarý -Nakþibendi, Süleymancý ve Kadirive Nurcu gruplar merkez-sað siyasi partilerini desteklemiþ ve devleti kendi dünya görüþlerine göre þekillendirmeye çalýþmýþlardýr (6). Ýslamcý siyasi kimlik oluþturma süreci, bu yüzden, farklý pek çok sufi tarikatýn, Ýslamcý entellektüel çevrelerin ve kurumlarýn yarýþtýðý bir alan haline gelmiþtir.
Çýkar oluþumu, ancak bu oluþumun ulusal ve uluslararasý belirleyicileri çerçevesi içinde anlaþýlabilir. Bunun için, yeni siyasi seçkin sýnýfýn “ülke üstü” (Türk-Ýslamcý) bir kimlik tanýmýnýn dýþ politikaya yönelik etkileri vardýr. Neo-Osmanlýcýlýðýn güncel söylemlerinin açýkça ortaya konulmasýnýn arkasýndaki ana katalizatörler birbirleriyle iliþkili iki önemli geliþmeden oluþmaktadýr :
a) Yeni liberal siyasi ve ekonomik güçlerin ortaya çýkmasýna baðlý olarak eleþtirel düþünme için alternatif söylem alanlarý yaratan içsel toplumsal deðiþmeler,
b) Ýki-kutuplu sistemin çöküþü, Kýbrýs krizi, Türkiye’nin tam üyelik talebinin Avrupa Birliði tarafýnda reddi, Avrupa'nýn Bosna’daki etnik-katliama tepkisiz kalmasý ve güneydoðu’da Kürt etnik-milliyetçiliði gibi önemli uluslararasý geliþmeler ile Balkanlarda ve Orta Asya’da yeni baðýmsýz Müslüman devletlerin ortaya çýkmasý “kimlik”in tekrar tasarlanmasýnda rol oynamýþtýr. Ancak, Türk ulusal kimliði, Kafkaslar ya da Orta Asya’daki olaylardan çok Türkiye’nin Batý sýnýrlarýndaki geliþmelerden etkilenmektedir.
Bu güncel kimlik tartýþmasý, Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1909) tarihli rolü, eðitim, kýyafet kanunlarý ve Batýya ya da Ýslam dünyasýna yöneliþi hakkýndaki çekiþen iddialar çerçevesinde ifade edilmektedir. Türkiye baðlamýndaki Ýslamcý gelenek, süregelen sosyal ve siyasal deðiþmelere ve “ulusal çýkarlar” karþý engellere iliþkin olarak kendini yenilemeyi baþardý. Bu siyasal kimlik, bir sonuç ya da ‘varoluþ” olarak deðil, Martin Heidegger’in (1889-1976) isimlendirdiði gibi görülmelidir. Bu, sürekli olarak oluþum ve tekrar-oluþum içindedir.7 Bu, kimliði, etno-tarihsel bilinç ve dünyevi hedeflere baðlý olarak siyasi Ýslamcýlýk yerine neo-Osmanlýcýlýk (ya da Türk-Ýslamcý) olarak isimlendirmek daha doðru olacaktýr (8).
Neo-Osmanlýcýlýk: Ekonomik ve Kültürel Bir Alan Arayýþý
Ulusal çýkar ve Türk dýþ politikasýnýn yönü hakkýndaki yeni tanýmlamanýn ardýnda yatan neo-Osmanlýcýlýðýn iki yüzü vardýr: Bir yüzü Türklerin egemen olduðu dönem olarak, kurgulanan bir Osmanlý-Ýslam tarihin yeniden bakar. Diðer yüzü ise, bölgesel olarak egemen, kalkýnmýþ, ama demokratik olmasý gerekmeyen bir Türkiye hayaline bakmaktadýr. Neo-Osmanlýcýlar, tekrar hayal edilen Osmanlý imparatorluk projesini ve kültürünü Türklükle bir tutarak, Osmanlý devletini Müslüman Türklerin muhteþem baþarýsý olarak etnikleþtirmeye çabalamaktadýrlar. Örneðin, Refah Partisi’nin 1997’deki 5. Kurultay toplantýsýnda, Erbakan, partisinin dýþ politika hedefini ‘Osmanlýlarýn yapmýþ olduklarý gibi daha büyük bir Türkiye yaratmak’ (9) olarak ilan etmiþti. Tanýl Bora bunu, Özalcý bir neo-Osmanlýcýlýðýn devamý (10) olarak yorumladý. Diðer bir siyaset bilimci Ahmet Ýnsel, Refah’ýn Türk-Osmanlý tarihsel özellikleri vurgulayarak Ýslamcý kimliðinin kapsayýcý niteliklerini (parametrelerini) daralttýðýný öne sürülmektedir (11). Neo-Osmanlýcýlýk, Ýslam dünyasýna liderlik yapýlacak yeni imparatorluk projesinin merkezine Türkiye’yi yerleþtirerek etnik Türklük öðesini öne çýkarmaktadýr. Bu etnik-dinsel (Türk-Ýslamcý) neo-Osmanlýcýlýk, Osmanlý devletinin resmen teþvik ettiði Osmanlýcýlýktan farklýdýr. 19. Yüzyýlda ortaya çýkan bu politika, teorik olarak Hýristiyan tebanýn imparatorluðu baðlýlýðýný saðlayacak laik bir devlet-merkezli sadakati güçlendirmeyi amaçlamýþtý (12).
Neo-Osmanlýcýlýk, Osmanlý yönetimi uygulamalarýný çoðulculuk olarak deðerlendiren seçici bir yorumun temeli üzerine kurulu bir dünya görüþüdür. Modern bir gözlemci tarafýndan, din, kültür ve etnik kimlik konularýna çoðulcu ve faydacý bir yaklaþýma tamamlayýcý görülebilecek özelliklerini ön plana çýkarmayý hedeflemektedir. Cumhurbaþkaný Özal (1989-1993), açýkça, devlet-merkezli Türk kimliðine karþý çýkmýþ ve yeni kimliðin parametrelerini koymuþtur :
Türkiye liderliðindeki Adriyatik Denizinden Orta Asya’ya kadarki jeopolitik alana baktýðýmýz zaman, bu alanýn Osmanlý-Müslüman ve Türk nüfusu tarafýndan þekillendirildiðini ve hakim olunduðunu anlarýz... Osmanlý-Müslüman nüfus Anadolu Türklerinin kaderini ve ayný tarihsel mirasý paylaþmakta, kendilerini hala, dinsel-kültürel anlamda Türk olarak saymaktadýrlar. Bu gruplar Bosna, Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Batý Trakya’da yaþamaktadýrlar (13).
Neo-Osmanlýcýlar, sadakatin ýrksal ve dinsel karakterlerin dýþlayýcý herhangi bir formuyla deðil, ortak Osmanlý tarihi tecrübeleri ve Ýslam'a geniþ bir baðlýlýkla belirlendiði bir Türkiye kurmayý ümit etmektedirler. Neo-Osmanlýcýlýk, biliçsel bir çerçevenin iþareti olarak, somut bir kimliði ya da ülkeyi belirtmekten çok olaný hatýrlatan bir anlatýdýr. Özal, Türk kimliði ve onun dýþ politika üzerindeki etkileri hakkýnda bir tartýþma açarken þunlarý söylemiþtir :
Osmanlý imparatorluðu zamanýnda olduðu gibi, bugün de etnik farklýlýklarý Ýslami bir kimlik yoluyla aþmak mümkündür. Bu toplumun en güçlü kimlik öðesinin Ýslam olduðuna inanýyorum. Anadolu’daki Müslümanlarý ve Balkanlarý birleþtiren dindir. Bu yüzden, Ýslam, farklý Müslüman gruplarýn bir arada yaþamalarý ve yardýmlaþmalarý için güçlü bir birleþtiricidir. Zaten, eski Osmanlý’da Türk olmak Müslüman olmak demektir veya tam tersidir (14).
Neo-Osmanlýcýlar için bu hayal edilen kültürel ve ekonomik alanýn batý sýnýrlarý, Velka-Kladusa (Kuzeybatý Bosna) tepelerinden baþlar, Bar (Montenegro) ve Durres (Arnavutluk)’a uzanýr (15). Neo-Osmanlýcýlýk Osmanlý varlýðýnýn tarihsel batý sýnýrlarýna göre kurulmuþtur ve bugüne kadar hayatta kalmayý baþaran Osmanlý Müslüman nüfusunun yaþadýðý yerlerle ilgilenir.
Türkiye’nin tarihsel dýþ sýnýr çizgisindeki yakýn zamanda meydana gelen üzücü olaylar ve uluslararasý sistemdeki kapsamlý deðiþiklikler kimlik tartýþmasý üzerinde doðrudan bir etki yaptý ve bu da Türk dýþ politikasýna yansýdý. Kimliðin ve dolayýsýyla çýkarýn diyalektiði, dýþsal ve içsel geliþmelerin arasýndaki karþýlýklý iliþkinin içinde yatmaktadýr.
Türkiye’nin ulusal kimliðinde çeþitli yönelim alanlarý vardýr: Türk, Ýslam, Balkanlar, Kafkasya. Türkiye’nin Ýslamcý ya da Balkan kimliðini vurgulamasý, duruma ve siyasi seçkinlerin yapýsýna baðlýdýr. Diðer bir deyiþle, bir devletin kimliði, o devletin diðer uluslararasý oyuncularýyla iliþkilerinden çýkartýlamaz; içsel kimlik söylemleri baðlamýnda incelenmelidir. Örneðin, Türkiye’nin NATO üyeliði gerektirdiði halde, iç baskýlar ve Ýslam Konferansý Örgütü kararlarý Türkiye’nin Bosna’ya gizlice silah göndermesine yol açtý (16). Ancak Türkiye, izlediði politikalarda, NATO üyeliðinin getirdiði sýnýrlamalardan dolayý kamuoyunun istediði kadar açýk olamadý.
Cumhuriyet Türkiye’sinde Ulusal Kimliðin Oluþumu
Ulusal kimliðin Osmanlý-Ýslamcý temelini vurgulayan kültürel hareket, egemen cumhuriyetçi kimlik ve dýþ politikanýn arka planýna karþý oluþturulmuþtur. Cumhuriyetçi sýnýf ve kurumlar, geçmiþi yýkmaya yönelik radikal bir denemeyle, ulusal kimlik ve ulusal çýkarýn Avrupalý olduðunu ilan etmiþlerdir. Devlet seçkinleri, yedi yýllýk Birinci Dünya Savaþý ve Ulusal Baðýmsýzlýk Savaþý dönemini (19151922) takiben, imparatorluða ait / Ýslama yönelik kimlikten Batýlý bir devlet kimliðine geçiþi saðlamak için kurumsal yollara baþvurmuþlardýr. Bu geliþme, büyük ölçüde, Türk dýþ politikasýnýn yönünü belirlemiþtir. Cumhuriyetçi seçkin sýnýf, laikleþme ve ulus-devlet oluþturma gibi uluslararasý standartlara ulaþmak için toplumu yeniden yapýlandýrmaya çalýþmýþtýr. Bu laik devlet kimliði toplumun yeniden yapýlanmasýna yol açmýþtýr. Ancak, devletçe zorlanan kimlik bu kimlik engellerle karþýlaþmýþtýr.
Ulusal kimliðin belirlenmesi, özellikle 1925 sonrasýnda, tam manasýyla devletçi Cumhuriyet seçkinleri tarafýndan yapýlmýþ, toplumun çoðunluðu bunun dýþýnda býrakýlmýþtýr. Kemalist doktrin Türk ‘benliðinin kültürel’ kaynaklarýný Osmanlý mirasýndan çýkarmaktan çok Hitit ve Sümerlerden yeni bir Türk kimliði yaratmak uðraþýsýndaydý.
1925’den sonra, Osmanlý döneminde egemen olan çoðul kimlikler laik Türk Milliyetçiliði içinde birleþtirildi. Kemalist dönemin tarihçileri ve resmi Türk Tarih ve Dil Kurumu, kimliði, etnik ve dil açýsýndan yeniden tanýmladý. Tarihçiler ordu, eðitim, medya ve sanat yoluyla Türk ulusal kimliðini güçlendirmeye ve Ýslam-Osmanlý mirasýndan kopuþu saðlamaya çalýþtýlar. Örneðin, Osmanlý geçmiþinden bu kopuþu ifade etmek için mimariyi somut bir þekilde uyguladýlar. TBMM ve Ankara’daki diðer önemli kamu binalarýyla yeni Türk kimliðinin seçkinler tarafýndan yaratýlan Hitit kaynaðý vurgulandý. Yine de Kemalist dönemde (1922-1950), milliyetçiliðin iki formu yarýþtý: laik-dilsel milliyetçilik ve etnik-dinsel milliyetçilik.
I.Dünya Savaþý sonrasýndaki milli mücadele, Anadolu’da halk tarafýndan, inancý korumaya yönelik bir savaþ olarak görüldü ve kitleler Ýslam-merkezli kaldýlar. T.C.’nin temel kurucu belgeleri ile Erzurum (Temmuz 1919) ve Sivas (Eylül 1919) Kongrelerinin kararlarý halka “ulusu oluþturan Müslümanlar” veya “nüfusun tüm Ýslamî unsurlarý” olarak atýfta bulunmaktaydý. Bu ilk dönemde “Türk Ulusu”na çok az deðinmekteydi ve her zaman “Türk”ün yanýna “Kürt”ü de içermekteydi (17). Ancak Kemalist milliyetçi entellektüeller Türk kimliðinin Ýslami ögelerine karþý ironik bir karþý çýkma içindeydiler. Laik Türk milliyetçiliðinin bir savunucusu olan Ali Haydar; Arnavutlarýn, Bosnalýlarýn, Kürtlerin ve Kafkasyalýlarýn Türkçe konuþmalarý gerektiðini, geleneksel kýyafetlerini kullanmalarýna ve ayný mahallelerde toplu olarak yaþamalarýna izin verilmemesini savunuyordu. Gayri-müslüm azýnlýklardan samimi Türk vatandaþlarý oluþturmanýn imkânsýz olduðunu söylüyordu. Ancak, en azýndan Türklere saygý duymalarý saðlanabilirdi (18). Buna raðmen, Haydar, Ýslamý Türklüðün olmazsa olmaz þartý olarak görüyordu. Ayrýca, göç ve uyrukluða geçiþe yönelik Cumhuriyet kanunlarý Ýslam ve Cumhuriyetçi ulusal kimlik arasýndaki yakýn baðý yansýtmaktaydý. Örneðin, Ýskan Kanununun 4. Maddesi sadece Türk etnik kökenine ve kültürüne ait olanlarýn Türkiye’de sürekli yerleþmelerine izin verilebileceðini þart koþmaktaydý. Hükümet, Arnavut, Bosnalý, Pomak ve Montenegrolu müslümanlarý kültürel açýdan Türk olarak deðerlendiriyordu ve onlarýn Türkiye’ye yerleþmelerine yardým etti. Diðer taraftan, Ortadoks Hýristiyanlýða geçmiþ olan moldovalý Gagovuz Türkler etnik ve kültürel açýdan Türk olarak görülmedi. Esas olarak, o zaman, Türk kimliði, Cumhuriyetçi dönemde bile, dinsel altyapýsýndan kaçamadý.
Türkiye’de, 1926’dan beri devlet, ulusal kimliðin kendi versiyonunu yarattý ve bunu eðitim sistemi ve medya aracýlýðýyla yaydý (19). Devletçi seçkinler modernliði, Osmanlý-Ýslam geleneðinden kendini kurtararak gerçekleþtirmeyi denedi. Ýslamcý dünya görüþünden ayrýlma amacý kitleler ve seçkinler arasýndaki mesafeyi büyük ölçüde geniþletti :
Çevredekilerle olan bu büyük (Ýslami) bað devlet tarafýndan zayýflatýldýðýnda, gerginlik arttý ve merkezdeki seçkinler ile çevrecil dini gruplar arasýndaki mesafe daha da açýldý (20).
Siyasi sebeplerle yeni bir içsel ve dýþsal “öteki” yaratýlmasý Türk kimlik oluþumunun merkezindeydi. Bu kimlik, sonradan, devlet çýkarý kavramýný þekillendirdi. Türk seçkinleri Ýslamcý bu içsel farklýlýðý, Araplarýn, dýþsal farklýlýðýna da uyguladý (21). Gerçekten Ankara’daki yeni Cumhuriyetçi hükümet dýþ iliþkilerinde Müslüman uluslarý gözardý etti.
Kendi Baþýna Avrupalýlar: Devletçi Seçkinler ve Medenileþtirme Misyonu
1947’den 1974’e kadar, Türk dýþ politikasý büyük ölçüde ikiz unsurlar, Cumhuriyetçi seçkinlerin Türk ‘ben’liðini Avrupalý olarak görmesi ve uluslararasý sistemin iki kutuplu yapýsý, tarafýndan belirlenmiþti. Ankara’nýn NATO, OECD ve Avrupa Konseyi üyelikleri devletçi seçkinlere iç politikanýn Avrupa standartlarýna göre yeniden yapýlandýrýlmasýnda gerekli kurumsal zemini saðladý. Türkiye’nin farklý Avrupa kurumlarýna dahil edilmesi, seçkinler için, Türkiye’nin Batýlý oluþunun göstergesi, Avrupa ile daha yakýn ortaklýk ise, her þeyin üstünde, bir uygarlaþma misyonu idi (22). Bu duygu, Türk ekonomisinin pratikte Avrupa pazarýna dahil olmasýyla daha da güçlendi. Bu yüzden, Avrupa Birliði ile siyasi bütünleþme ekonomik ve kültürel sebeplerle Cumhuriyetçi ideolojinin kutsal hedefi oldu ve devletçi seçkinler kutsal ve kendiliðinden belirlenmiþ Avrupalýlaþtýrma amacýný baþarmak için Avrupa’nýn bir parçasý olmayý arzuluyorlardý.
Türkiye, raison da’etat esasýna dayanarak NATO’nun bir parçasý olmasýna raðmen, Türkiye’nin Avrupa’nýn “öteki”si olarak tanýmlamasýndan dolayý Avrupa Birliðinin bir parçasý deðildir (23). Avrupa kendini sadece ne olduðuna göre deðil ne olmadýðýna göre de tanýmlamýþtýr:
Avrupa’ya bir bütünlük duygusu verebilecek bir ortak deneyimin eksikliðinde, Avrupalýlar Ýslamý (ve daha az olmakla birlikte Museviliði) sadece Hýristiyan olmayan olarak deðil ayný zamanda Avrupalý olmayan þeklinde tanýmlayarak güvensizlik ve düþmanlýk duygularýný yeniden canlandýrdýlar (24).
Avrupalý aydýnlar ve politikacýlar, her zaman Türkiye’nin Avrupalý bir devlet olabilmesi için Ýslam'dan vazgeçmesini tavsiye etmiþlerdir ve bu ‘giriþ þartý’(yani Ýslam'dan vazgeçme) Avrupa toplumu için bugüne kadar sürmüþtür (25). 1997’de, Avrupa Parlamentosundaki Hýristiyan Demokratlar “A.B.’nin, içinde Türkiye’nin yeri olmayan bir uygarlýðýn yapýlanma sürecinde olduðunu” açýkladýlar (26). Avrupalýlar, genellikle Türkleri yüzyýllardan beri tarihsel ve kültürel ‘öteki’ olarak görmüþlerdir. Bu ‘öteki’ Türk Avrupa’ya hiçbir zaman dahil edilmemiþtir. Çünkü bu, Avrupa’nýn ‘ben’lik oluþumunda gerekli bir karþýtlýk olmuþtur (27).
Yine de, devletçi seçkin sýnýf Avrupa’ya yönelik belirlenmiþ pozisyonundan caydýrýlamamýþtýr ve Avrupa kurallarýna göre kendini ‘evcilleþtirmeye” çalýþmýþtýr. Soðuk savaþ, Türkiye’nin Rusya’ya yönelik ‘öteki’ algýlamasýný canlandýrmasý, Türk kýyýlarýnýn kontrolünü ve Kars, Ardahan vilayetlerinin ilhakýný isteyen Sovyetler Birliðinden tehdit algýlamasýyla, Türkiye’de yoðun bir kimlik tartýþmasýnýn önüne geçmiþtir. Ýki ana siyasi parti, Cumhuriyet Halký Parti (CHP) ve Adalet Partisi (AP), Sovyet/Rus tehditlerini, etkili bir þekilde iç zorluklara karþý kullanmýþlardýr. 1970’lerin sonlarýna kadar, CHP ve AP, tüm Avrupa forumlarýna aktif katýlýmý hedefleyerek, dýþ politikayý da Avrupalýlaþmayý güçlendirecek bir araç olarak kullanmýþtýr. Bu, kendini ulusun kültürel yapýsýndan baðýmsýz kalabilme ümidini koruyan Kemalist sýnýfýn uygarlaþma misyonunun esasý olarak görülmüþtür.
Ýçsel Deðiþim ve Seçkinlerin Dönüþümü
1970’lerin sonlarýndan itibaren devlet destekli Türk-Ýslam sentezi, pro-Ýslamcý burjuvanýn yükseliþi, medya ve dini eðitimin geniþlemesi, ekonomik liberalleþme ve sosyo-politik muhafazakarlýkla tanýmlanan yeni bir seçkin sýnýfýn oluþumuna tanýk olduk. Bu da Türk devlet ve toplumunun iç ve dýþ tavýrlarýný ve algýlamalarýný yavaþ yavaþ þekillendirdi. Neo-Osmanlýcýlýk bölgesel deðiþiklikler ve bu yeni seçkinlerin doðuþu sonucu oluþtu.
Ekonomik ve siyasi liberalleþme ve yeni bir sosyo-politik Anadolu sýnýfý ve iþ adamlarýnýn çýkýþý, zamanla, devleti Ýslam'a yönelik açýk düþmanlýðýný reforme etmeye ve Osmanlý geçmiþi ile barýþmaya zorladý. Dahasý, bazý Cumhuriyetçi seçkinler, yavaþ yavaþ, Ýslamý, ya solcu aykýrýlýklara karþý yararlý bir araç ya da sosyal uyumu saðlayacak bir vasýta olarak görmeye baþladýlar (28). Soðuk savaþ sonrasý dönemin daha demokratik siyasi sistemi içinde oy arayan siyasi partiler, þehirli Sufi tarikatlarý ve Ýslamcý kimliðin yeni yorumlarýný oluþturan ve yayan Müslüman entellektüeller devletin dinin toplumdaki rolü konusundaki anlayýþýný deðiþtirmesine katkýda bulundular (29). Bazý modernist-Ýslamcý liderler parlamentoya seçilmeyi, içinde bulunarak devlet politika ve algýlamalarýný etkiledikleri Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, TRT, Milli Eðitim ve Kültür Bakanlýklarý, DPT, Silahlý Kuvvetler gibi anahtar devlet kurumlarýna girmeyi baþardýlar (30). DPT, 1980 darbesi liderlerine, ulusal birliði saðlamlaþtýrmak için Ýslamcý ahlâkýn kamu eðitimine yeniden sokulmasýný öneren bir rapor hazýrladý (31).
Devletin resmi kimliði ile bürokratik sýnýfýn arasýndaki Kemalist denklem, demokratikleþme sonucunda oluþan siyasi boþluðun geniþlemesine baðlý olarak daha da zayýfladý. Bu, devlet alaný dýþýnda yeni bir dinamik giriþimci sýnýfýn ve entellektüellerin çýkýþýyla daha da belirginleþti ve Kemalist seçkin sýnýfýn parçalanmasýna yol açtý. Daha büyük bir çeþitliliði barýndýran bu seçkin sýnýf, Türk ulusal kimliði ve dýþ politikasý üzerine kurulan söylemleri yeniden þekillendirmektedir. Kemalist laik bloðun parçalanmasý ve Türk ulusal kimliðinin yeniden Ýslamlaþtýrýlmasý, toplu iletiþimin ve yüksek eðitimin yaygýnlaþmasý gibi olgular ve süreçler Türk toplumunu depolize etmek ve yeni bir toplumsal fikir birliðini saðlamak için Türk-Ýslam sentezinin devlet-teþvikli yeni bir resmi ideoloji olarak yükseltilmesi ile eþ zamanlý olmaktadýr (32). Artan mezhepsel, ideolojik ve etnik farklýlýklarla karþý karþýya gelen Türk toplumunu birleþtirmek için yeni bir ideolojik fikir birliði yaratma denemesi sadece 1980 askeri darbesinin bir sonucu olarak deðil, toplumsal düzeyde kitlelerin ‘kendini bulma süreci’ olarak görülmelidir. Cumhuriyetçi laiklerin ve devletçi ideolojinin baþarýsýzlýðý sonucu doðan bu süreçte, Türk milliyetçiliðini güçlendirmek için tarihi olaylara ve kurumlara Ýslami anlamlar yüklendi. Diðer bir deyiþle, Ýslam yeniden yorumlandý ve resmi Türk milliyetçiliðine yavaþça ve kurnazca yeniden dahil edildi (33). Bu süreç, sadece Türk milliyetçiliðinin Ýslamlaþtýrýlmasý olarak deðil, ayný zamanda Ýslam geleneðinin Türkleþtirilmesi olarak görülebilir.
1980 askeri darbesiyle, Kemalizmin prensiplerinden birisi olan milliyetçilik ve Ýslamýn uyuþmaz olduðu düþüncesi deðiþtirildi. Bülent Ulusu hükümeti (198083) Türk-Ýslam sentezini yeni devlet ideolojisi olarak kucaklayarak, siyasi kimliðin dini boyutunu daha da vurguladý. Askeri yönetim, askeri öðrencilere Ýslam konusunda dersler verilmesini saðladý. Bu amaçla kullanýlan ders kitabý Sünni Ýslam ve milliyetçilik ile Peygamber ve Atatürk arasýndaki yakýn iliþkiyi göstermeyi amaçlýyordu (34).
Türkiye, 1980’lerin ortasýnda, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda önemli zorluklar yaþadý. Bu dönüþümde, yeni ortaya çýkan özel ekonomik güç merkezleri belirli kültürel ve ideolojik gruplarý desteklerken, laikliðin ekonomik tabaný daha da zayýfladý. MÜSÝAD olarak bilinen Müstakil Ýþadamlarý Derneði, pro-Ýslamcý küçük ve orta ölçekli endüstri ve iþ gruplarýnýn fikirlerini ifade etmektedir (35). Ekonomik reformlarýn daha büyük adaletsizliklerle sonuçlanacaðý iddiasýnýn aksine, pro-Ýslamcý tüccarlar sanayiciler ve sendikalar (Hak-Ýþ) ekonomik liberalleþme ve özelleþtirmeyi, üst sýnýflarýn ve devletin tekelini zayýflattýðý için desteklemektedirler. Anadoludaki özel sektör, siyasette bir rol oynayabilecekleri baðýmsýz bir ekonomik taban yaratmak için siyasi süreçleri kullanmayý baþardýlar. Ýstanbul merkezli sanayiciler (TÜSÝAD), aksine, Avrupa ile açýk ideolojik özdeþleþtirmeyi tercih etmekte, ama, ekonomik bütünleþmeye karþý daha temkinli davranmaktadýrlar.
Özal, Türkiye’nin ekonomik açýdan yeniden yapýlanmasýnýn arkasýndaki asýl güçtü. Türk ürünlerine yeni pazarlar bulmak için Özal, Karadeniz Ekonomik Ýþbirliði forumunun oluþumunda anahtar rol oynadý. Türkiye’nin toplam ihracatý 1980’de 2.9 Milyar dolardan 1997’de 27 Milyar dolara çýktý; ürünlerin % 53’ü Avrupa pazarýna gitmekteydi (36). Bu ekonomik geliþme, taþra tabanlý ekonomik sýnýflarýn siyasi sürece girmesiyle sonuçlandý ve siyasi güç dengelerini deðiþtirdi, çünkü bu gruplar büyük kuruluþlarýn laik pozisyonunu dengelemek için daha Ýslamcý sesleri destekleme eðilimindeydiler. 1980’ler ve 90’lar, çoðu dini gruplar tarafýndan kurulan, ihtiyaç içinde olanlarý korumaya yönelik sosyal, ekonomik, kültürel kuruluþlarýn doðuþuna tanýk oldu. Diðer bir deyiþle, sadece siyasi deðil ekonomik alan da Türkiye’nin Batýya ya da Ýslam dünyasýna yöneliþine deðin tartýþmalara sahne oldu.
Örgütlenme süreci ve taþranýn artan siyasi gücüne ek olarak, medya ve yaygýn eðitim de bürokratik seçkinlerin farklýlaþmasýnda önemli bir rol oynadý. Ýslamcý gruplar kendi fikirlerini yaymak ve devlet politikalarýna karþý çýkmak için medyayý kullandýlar. 1980’den önce Ýslamcý dergi ve gazetelerin pazar payý sadece % 7 iken (37); 1996 itibariyle bu sayý yayýnlanan 110 haftalýk ve aylýk Ýslamcý dergi ile % 47’ye çýktý. Buna ek olarak, 16 ulusal, 15 bölgesel ve 300 yerel televizyon, istasyonu çalýþmaktadýr. Radyo konusundaki sayýlar daha da fazladýr; 35 ulusal istasyon, 109 bölgesel ve neredeyse 1000 yerel radyo (38). Yeni iletiþim araçlarý kuran, vatandaþlara yeni seçenekler ve kamu söylemini þekillendiren yeni araçlar sunan yeni basýn toplumsal hayata girdi. Bu yüksek tirajýn önemli sonuçlarýndan biri de devlet kontrolü dýþýnda entellektüel bir grup oluþturmak için baðýmsýz bir parasal taban yaratýlmasýdýr. Böylece, Türk hükümeti, geçmiþte yaptýðý gibi siyasi gündemi kendi yaratamamakta ve kamu söylemini þekillendirememektedir.
Ben Erbakanýn Samimi Olduðunu Düþünmüyorum Türkiyeyi Bilerek ve istiyerek Bu Sürece sokmuþtur.Alýntý
Gerek Sözleri gerek eylemleri ile çok yanlýþlar yapmýþtýr. Ben Onun Ne Ýslamcý Nede Osmanlýcý olduðunu düþünüyorum.
Þu an 1 kullanýcý var. (0 üye ve 1 konuk)