|
Köþe Yazýlarý Köþe Yazarlarýndan Yazýlar. Sizin Güncel konular ile Ýlgili Yorumlarýnýz |
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
| #1 (permalink) |
Üyelik tarihi: 15-02-2008
Mesajlar: 360
LobiPuan: 432 Ettiði Teþekkür: 367
Aldýðý Teþekkür: 318
Rep Gücü: 1 Rep Puaný: 254 Rep Derecesi : | ![]() Hayata dair... (1) Zamanýmýzda “baþarý denilen virüs” öylesine yayýldý ve herkesin içine yerleþtirildi ki, insanlarý böyle bir yaþamýn tersinin mümkün olduðuna bile inandýrmak güçleþiyor. Sanki “baþarýlý olmak” gereði her zaman ve herkes için geçerliymiþ gibi algýlanýyor. Artýk günümüzün romancýlarý, þairleri, düþünürleri, bilim adamlarý bile “baþarý” peþinde koþuyorlar. Herkesi, Amerikalýlarýn kafalarýmýza soktuðu “kazanan” ve “kaybeden” kavramlarýna göre yargýlýyoruz. Peki Yunus Emre baþarýlý olmak için mi yazmýþtý þiirlerini, Mevlana sema dönerken “baþarý” peþinde miydi? Çarmýhta can veren Ýsa kazanan mýdýr, kaybeden mi? Ne demiþti Peygamber: “Her þeyi kaybeden, her þeyi kazanýr.” *** Ne kadar uðraþýrsanýz uðraþýn, insanlýðýn binlerce yýl içinde geliþtirdiði temel kavramlarý ters yüz edemezsiniz. Bazý toplumlar, belirli dönemlerde insani geliþimin dýþýna düþer ve bunu da kalýcý sanýrlar ama sonunda evrensel kurallar galip gelir ve o toplumu bir düzeltmeye tabi tutar. Bir düþünelim: Güzel sanatlar nedir? Eskiden “bedii zevk” denilen yüksek estetik kaygýlar ne için toplumlarda bu kadar önemli yer tutmuþtur? Niye birçok geliþmiþ ülke, genç kuþaklarýn zevklerinin incelmesi için çalýþmýþtýr? Ekonomik olarak geliþmiþ ülkelerde tiyatro, resim, edebiyat, bale niçin bu kadar önemlidir? Bu ülkeler zengin olduklarý için mi yüksek zevklere yönelmiþtir, yoksa bu birikim mi onlarý zengin etmiþtir? Bunlar önemli sorular. Ve cevaplarý belli. Dünya uzun vadede güzeli, doðruyu, iyiyi arar. Belki çok acý çekilir, çok kiþi bu yolda kýrýlýr ama eninde sonunda iyi, güzel ve doðru olan kazanýr. *** Roman kahramanlarýný, hep þiþeden çýkmayý bekleyen cinler gibi düþünmüþümdür. Oradadýrlar, sizi beklemektedirler, þiþeyi okþadýðýnýzda çýkýp geleceklerdir. Çaðýrmadýðýnýz zaman ise yokturlar, þiþe alelade bir þiþe olarak durur. Kitaplar da öyle deðil mi? Birbirine yapýþýk durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansýzdýr, kupkurudur. Zamanla tozlanmaktan, küflü bir koku edinerek sararmaktan baþka bir iþe yaramaz. Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararýr, sonra içlere doðru yayýlýr. Okumayanlar için kitaplar, ölü birer selüloz katmanýndan baþka nedir ki? Ama bir kez elinize alýp okumaya görün. O cansýz sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiðe bürünür, capcanlý görünürler size. Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kýskanýrsýnýz. O andan itibaren kitabýn küf kokusu da bir alýþkanlýk olur sizin için, her ülke kaðýdýnýn deðiþik kokusunu içinize çekersiniz. Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarýna düþen ak gibidir. Selüloz katmanlarýnýn arasýndan fýþkýran yakýcý hayatlar, sizi de birlikte sürükler. Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Meryemce, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjean, Buendia gibi duyumsarsýnýz kendinizi. Yaþamý imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür bu. Hayata dair... (2) Kitaplar sizi daha derin bir anlayýþa götürür, hem kendinizi hem de dünyayý daha derinden kavramanýzý saðlar. Bir ruh eðitimidir, bir duygular eðitimidir. Birçok olumlu kavram gibi edebiyat hakkýnda da olumsuz önyargýlar yerleþmiþ topluma. Bunlardan biri de “edebiyat yapmak” deyimi. Bu deyimle boþ konuþmalar, hayal ürünü, hiçbir iþe yaramayan düþünceler ve gerçeklere dayanmayan bir deðersizlik ortamý kastediliyor. Oysa edebiyat dünyanýn en ciddi iþidir. Hiçbir geliþmiþ toplumda edebiyat böyle bir deyimle kirletilmemiþ, aksine hep toplumun en üst deðerleri arasýnda yer almýþtýr. Bu saygýyý gösteren ve göstermeyen toplumlar arasýndaki farký görmek istiyorsanýz, bir Avrupa ülkelerine bakýn bir de biz ve Orta Doðu ülkelerine. Durum ortada deðil mi! *** Bazý kiþiler eskiyi muhafaza etmek isterler ama kastettikleri eskinin de bir zamanýn “yeni”si olduðunu ve daha önceki eserlere karþý bir yenilik mücadelesi vererek varolduðunu unuturlar. Ayasofya binbeþ yüz yýllýk bir eserdir ama basilika ve kubbe biçimlerini ilk kez birleþtiren yani kendilerinden önceki bütün eserlere meydan okuyan iki yenilikçi mimar ve onlarý destekleyen yenilikçi bir hükümdar sayesinde yapýmý mümkün olabilmiþtir. Mozart klâsiktir ama kendi dönemindeki “eski”ye karþý mücadele eden bir “yeni” olarak varolabilmiþtir. Cervantes de böyledir, Çaykovski de, Frank Lloyd Wright ya da Le Corbusier de... Mustafa Kemal bir devrimcidir, hayatýný Tanzimat Fermaný’ný tartýþarak deðil, geleceði inþa etmeye çalýþarak geçirmiþtir. Ama bu insanlarýn hepsi geçmiþten geleceðe uzanan bir köprü niteliðindedir. Kökleri çok derindedir. “Kökü mazide olan atiyiz” yani “Kökü geçmiþte olan geleceðiz” sözü bu büyük adamlarda doðrulanýr gibidir. Her yenilik tepki görür, her peygamber, her büyük filozof, her büyük sanatçý önce reddedilir, sonra kabullenilir ve klâsik olur. Bu yüzden sanat da hayatýn gerçeði gibi devrimcidir. *** Nasýl Descartes’tan “Düþünüyorum o halde varým” cümlesi insanlýða miras olarak kaldýysa Ýspanyol filozof Ortegay Gasset’ten de böyle bir cümle kalmýþtýr: “Ben, kendimin ve çevremin toplamýyým.” Ýlk bakýþta “Ne demek bu?” diyenler olabilir. Ama biraz düþündükçe her þeyin yerli yerine oturacaðýna ve sözün derin anlamýnýn ortaya çýkacaðýna eminim. Aslýnda bu ülkedeki birçok geliþmiþ ve incelmiþ insanýn dramýnýn temelinde bu cümle yatýyor. Çünkü siz kendinizi, beyninizi ve duygularýnýzý ne kadar geliþtirmiþ olursanýz olun sonunda bu çevrenin bir parçasýsýnýz. Bir yanýnýz arabesk, bir yanýnýz eurobesk. Bir yanýnýz vahþi bir sertlikle ve binbir cambazlýkla sürüp giden siyaset, öteki yanýnýz her gün ölüp ölüp dirilen, arap sabunuyla kaplý mermer zeminde rugan pabuçla dansetmeye çalýþan ekonomi. Bir omzunuza yumuþak bir þefkat tünemiþ, ötekine gözü kanlý bir þiddet. Yani ne yaparsanýz yapýn, kendinizi nasýl tanýmlamaya çalýþýrsanýz çalýþýn, sonuçta bu ülke ortamýnýn bir parçasýsýnýz. Eðitimine kafa yorduðunuz çocuðunuz da aynen böyle olacak. Çünkü insanoðlu tek baþýna varolamýyor. Hayata dair... (3) Sýk sýk Anton Çehov gelir aklýma, büyük Çehov! Onun dahice örülmüþ oyunlarýnda da her þey olaðan gibidir. Gündelik yaþam, tembel bir nehir gibi aðýr aðýr akmakta ve insanlar kendilerini nehrin akýntýlarýna býrakmaktadýr. Yaz bahçelerindeki beyaz giysili insanlar, piyano konserleri, yemekler, fýkralar ve entelektüel tartýþmalarla vakit geçirirler. Ama oyun biraz ilerleyince anlarýz ki, bu insancýklarýn hepsi derin bir huzursuzluðun pençesindedir. Durup durup aðlama krizlerine giren kadýnlar, ölesiye sarhoþ bir doktor, ona umutsuzca sevdalanmýþ bir genç kýz, ölümü bekleyen bir ihtiyar... Hepsi de huzursuz ve her an isteri krizlerine açýk bir kýrýlganlýkta yaþamaktadýr ama dýþ görünüþte bunu fark etmeye imkân yoktur. Ýç huzursuzluðu anlayabilmek için Çehov çapýnda dahi bir yazarýn, insan ruhlarýný, sandýktan çýkarýlmýþ gizli bir çeyiz bohçasý gibi kat kat açmasý gerekmektedir. Ýhtilale yani büyük deðiþime akan bir toplumdaki derin huzursuzluktur bu. Taþlar yerinden oynamýþ ve insan ruhlarý onulmaz biçimde yaralanmýþtýr. *** Türkiye’de de ekonomik krizlerden daha yoðun olarak yaþanan kriz bence bu. Amacýný yitirmiþ, hayallerini tüketmiþ ve yarýnýna umutla bakamayan bir toplum. Büyük deðiþimin sancýlarýyla kývranan ve ne olduðunu bir türlü anlayamayan huzursuz insanlar. Yerleþik deðerlerin çöktüðü ama bir türlü yeni deðerler sistemine geçemeyen insanlarýn iki cami arasýnda binamaz kalmýþ hali. Beni en çok bu durum korkutuyor biliyor musunuz! Bir ülkenin ruhunu yaraladýðýnýz zaman, ekonominin ve siyasetin bu yarayý iyileþtirmesi çok zor oluyor. *** Belli bir yaþta insanýn kendisini kanýtlama çabasý, kendini anlama çabasýna dönüþmelidir. Ne var ki bazýlarý yaþlanýr ama olgunlaþamazlar, ömürlerinin sonuna kadar baþkalarýnýn kendileri hakkýnda ne düþündüðü en önemli konu olarak kalýr. Beðenilmek, sevilmek ister ve bütün güçleriyle bunu saðlamak için uðraþýrlar. Bazýlarý da belli bir olgunluða eriþince, kendilerini beðendirmeye çalýþmaktan vazgeçer ve dünyayý daha rahat bir gözle seyretmeye baþlarlar. Bu aþamada kiþinin “nasýl göründüðü” sorusu önemini kaybeder, bunun yerine kendisinin “dünyayý ve insanlarý nasýl gördüðü” öne çýkar. Deðeri ölçülmeye çalýþýlan kiþiden, deðer ölçmeye geçiþ aþamasýdýr bu. O kiþi artýk yarýþta deðil, jüridedir. Altýn deðil sarraftýr. Aktör deðil, yönetmendir. Kýratý ölçülen taþ deðil, kuyumcudur. Ve bütün bunlar eðer bir iç disiplinin tutarlýlýðýný taþýyorsa, o kiþi dünyanýn nirengi noktalarýndan birisi olur. Çevresindeki insanlar için bir ayar haline gelir. Bir terazidir, bir ölçüdür. Bazýlarý bu noktaya hiç gelemeden ölür ve son sorusu “Acaba beni beðeniyorlar mý?” olur. Bazýlarý da iç dünya zenginliði sayesinde manevi birer otorite mertebesi kazanýrlar. Birinciler telaþlýdýr, ikinciler sakin. Birinciler hýrsý piriye kapýlmýþtýr, ikinciler evren içindeki insanoðlunu hangi ölçekte deðerlendireceklerinin farkýndadýrlar. Yaþ insana olgunluk ve bilgelik getirmeli. Hayata dair... (4) Dünyada yaþayan altý milyar insanýn DNA’sý ayný. Maymun DNA’sýyla insan DNA’sý arasýnda bile kayda deðer bir fark yok. Dünyadaki bütün hayvanlar, insanlar gibi yemek yiyor, su içiyor, uyuyor, cinsel iliþkide bulunuyor, kavga ediyor, hasta oluyor ve ölüyor. Memeli hayvanlarýn “tropikal memeli” cinsinden olan insanoðlu da aynen onlar gibi kendi biyolojik kurallarýna uygun olarak yaþýyor. Peki o zaman hayvanla insaný ve giderek insanla insaný ayýran fark nedir? Kültür, sadece kültür! Bangladeþlilerin Kanadalýlardan biyolojik olarak hiçbir farký yok. Ugandalýlarla Ýsveçlilerin de öyle. Öyleyse bu ülkelerden birini uygar diðerini ilkel, birini yoksul diðerini zengin yapan öðe nedir? *** Neden dolayý bazý ülkeler yoksullukla, yoksulluðun yol açtýðý problemlerle ömür tüketir ve yaþamý cehenneme çevirirken, ötekiler dünya nimetlerinden alabildiðine yararlanan bir cennet yaratmayý baþarýrlar? Bir kader midir bu? Irk özelliði midir? Hiçbiri deðil. Çünkü eðer öyle olsaydý ülkelerin tarihinde iniþ çýkýþlar olmaz, her þey ayný kalýrdý. Oysa biz kendimizden biliyoruz ki bir zamanlar cihan imparatorluðu olan bir ülke, daha sonra azgeliþmiþlik kategorisine sürüklenebiliyor. *** Ýnsanlarý ve ülkeleri birbirinden kültürleri ayýrýr. Eðer kültürü dar anlamýyla alýrsanýz, sadece sanat çalýþmalarý akla gelir. Ama kültür, bir toplumun bütün iliþkilerini içine alan ve her þeyin üzerinde yükseldiði bir heykel tabaný gibidir. Bir ülkenin siyaseti, siyaset kültürüne baðlýdýr ticareti, ticaret kültürüne. Bugün eðer Türkiye her alanda ilmik ilmik dökülüyorsa, metastaz yapmýþ kanser gibi her yeri yolsuzluk virüsü sarmýþsa insanlar birbirini sevmiyor ve birbirine güvenmiyorsa, bunun nedenlerini kültürde aramak gerekir. Hepimizin gözü önünde toplumun dokusu bozuluyor, insanlarý bir arada yaþatan deðerler sistemi yok oluyor, kýsacasý çürüyoruz. Hayata dair (5) Ýnsaný insan yapan öðelerin en baþta gelenlerinden birisinin gülmek olduðuna kuþku yok. Gülen insan yani dünyaya ve kendisine mizah duygusuyla yaklaþabilen kiþi, öfkeli insandan daha olgundur, daha hazýmlýdýr. Gülmek zekâ belirtisidir. Albert Einstein’ýn ünlü fotoðrafýný bilirsiniz: Büyük bilgin objektife dilini çýkarýr. Ne profesör ününün zedeleneceðinden korkar ne de bilim adamý tavrýnýn. Kameraya dil çýkarabilmek için evren ve insan orantýsýnýn, yani çok büyük ölçeklerin farkýna varmýþ olmak gerekiyor. Sýradan insan böbürlenmesi içinde bu yapýlamaz. *** Sorum þu: Atatürk’ün “hayat damarlarýndan biri” olarak nitelediði sanat ve kültür, hayatýmýzda ne kadar yer tutuyor? Dünya edebiyatý denilen o muazzam birikimi, insanýn doðayla arasýna koyduðu o derinleþme çabasýný, kendini tanýma mücadelesini nereye yerleþtireceðiz? Homeros, Dante, Cervantes, Shakespeare, Yunus Emre, Mevlânâ, Molière, Stendhal, Balzac, Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy insanlýk için ne ifade ediyor? Daha doðrusu eðer bu yazarlarýn kitaplarý olmasaydý, insanlýk düþüncesi ayný noktaya gelebilir miydi? Ýnsan bireyi ve toplum, sadece bilimle açýklanamaz. Hele sosyal bilimlerdeki emekleme dönemlerinin, toplumlarý açýklamada yetersiz kaldýðýný hepimiz biliyoruz. Ýnsan psikolojisinin ve toplum yapýlanmasýnýn, matematik kesinlikle ele gelmeyen, formüllere dökülemeyen alacakaranlýk bir bölgesi var. Ýþte edebiyat o bölgeyi aydýnlatarak, bizim kendimizi daha iyi tanýmamýza yardýmcý oluyor. Mesela Dostoyevski olmasaydý, insan psikolojisi hakkýndaki bilgi ve sezgilerimiz eksik kalýrdý. *** 19. yüzyýl Fransa’sýndaki insanlarý, toplumun bir yere doðru akýþýný ve sistemi, Balzac’ýn romanlarý kadar iyi anlatan hiçbir yaratý yoktur. Ne bilimsel çalýþmalar, ne tarih kitaplarý, ne de üniversite tezleri... Balzac’ý okumadan o dönemi anlayamazsýnýz. Çünkü büyük romancý, siyasal görüþleri ne kadar yanlýþ olursa olsun, parmak uçlarýndan kalemine akan müthiþ bir sezgiyle, içinde yaþadýðý toplumu anlatabilmiþti. Hayata dair (6) Cervantes, kahraman þövalyeler çaðý ortadan kalktýktan sonra hayaller içindeki Don Kiþot ile bizi evrensel bir iç hesaplaþmaya sürükledi. Ancak onun muazzam eserinden sonra hepimiz, geceleri yastýða baþýmýzý koyup hayallere daldýðýmýzda Don Kiþot, gündüzün acý gerçekleriyle karþýlaþtýðýmýz zaman ise kurnaz Sanço Panza olduðumuzu kavrayabildik. *** Antik dönemde Sisam Adasý’nda buluþan bilim adamlarý, filozoflar ve sanatçýlar, sanatla bilim arasýndaki iliþkileri incelemiþlerdi. Ve vardýklarý sonuç, bir düzlemde, bilim ile sanatýn iç içe girdiði ve ayný þey olduðuydu. Hatta “Matematik sessiz bir müziktir” demiþlerdi o zaman. Sanat ve bilim iliþkisini bütün büyük beyinler kavrar. Einstein bu yüzden “Hayal gücü bilgiden önemlidir” diyebilmiþtir. Ve o büyük beyin sanatla bilimi öyle bir skalada seyretmiþtir ki þunu da eklemiþtir: “Doðru olan her formül, içinde mutlaka estetik güzellik barýndýrýr.” *** Geleneklerine sahip çýkmýþ toplumlarý görünce imrenirim ve içimi tarifsiz bir hüzün kaplar. Japonlar Japon gibi yaþama sanatýnýn en güzel örneðini verir. Paris’te bir kitapçý dükkânýna girersiniz. Geçen yüzyýldan beri ayný aile iþletmektedir. St. Germain’de yemek yediðiniz lokantada, Fransýz Ýhtilali beyannamesinin yazýlmýþ olduðunu bilirsiniz. Café Deux Margot’da Verlaine, Rimbaud kahve içmiþtir. Bir baþkasýnda her masa orada oturmuþ olan ünlünün anýsýna çakýlmýþ olan plaketleri taþýr: Lenin’den Yahya Kemal üstada kadar... *** Geleneklerimizin çoðunu yitirdik. Gün geçtikçe hafýzasýz bir topluma dönüþüyoruz. Oysa kurumlarý, gelenekleri korumak, topluma, dolayýsýyla insana bir güven duygusu ve yerleþiklik bilinci kazandýrýr. Çok sýradan görünen bir mekân, anýlarla deðer kazanýr ve anlam bulur. Biz ise yerli olmak ve geleneksel deðerlerine sahip çýkmak ayýpmýþ gibi kimliðimizden kurtulmaya çalýþýrýz. Ve böylece batýlý olacaðýmýzý sanýrýz. Oysa batý tek boyutluluk ve tek bir üniforma deðil ki! Bugün ikisi de Avrupalý sayýlan Finlandiyalý ve Portekizli arasýnda hiçbir benzerlik yoktur. Ne yemekleri, ne müzikleri, ne görünüþleri, ne de kültürleri birbirine benzer. Oysa ikisi de Avrupalýdýr. Çünkü iki ülke de Avrupa düþüncesinin temelini oluþturan ilkeleri benimsemiþtir. Türkiye’nin Batýlý olmasý kendi kültürünü korumasý ile mümkün olacaktýr. Dünyada baþarýya ulaþmýþ “Taklit ülke” yoktur. Hayata dair (7) Modern hayat bize ne düþünme zamaný býrakýr ne de okuma. Televizyon karþýsýnda geçen esaret saatleri bizi oyalar gibi görünürken, durmadan mesajlar aktarýr. Nasýl düþünmemiz, nasýl eðlenmemiz neyi sevip neyi sevmememiz, neyi yararlý neyi zararlý bulmamýz, hangi politik çizgilerde yürümemiz gerektiði hakkýnda sürekli tembihler alýrýz. Düþünmeden yaþarýz. Kafalarýmýz, çýkarlarýmýzýn nerede olduðunu sezmemize yarayan antenlere, duyargalara dönüþmüþtür. Kitaplar ise bir baþka sürgün malzemesidir. Oysa çeþme-i irfandan kana kana içen birçok kiþi de yaþamaktadýr bu memlekette. Ama onlar rejim tarafýndan pek iyi gözle bakýlmayan ve vatana sadakat duygularýnýn zayýflýðýndan kuþku duyulan yurttaþlardýr. Sürüden ayrýlan insaný hiçbir rejim sevmez. Sürüden ayrýlmanýn, birey olmanýn ve kendi kafasýyla düþünmenin en önemli göstergesi ise okumaktýr. *** Yüzyýllar boyunca büyük düþünürlerin, sanat ve bilim insanlarýnýn ilkesi hep bu olmuþtur: “Yaþamda sadelik, düþüncede ihtiþam!” Çünkü insanoðlu sadece gövdesini beslemek, giydirmek ve ona zevk vermek için yaþayamaz. Bunlar da yaþamýn içindedir ama gövdeyi abartmak ve yaþamýn tek amacý haline getirmek tehlikelidir. Bedensel zevklere adanmýþ yaþamlardaki tatminsizlik ve mutsuzluk kimsenin gözünden kaçmaz. Hedonizmin en büyük çeliþkisi, ölümün yoðunluðunu artýrmasý ve yaþamla kontrastýný ortaya çýkarmasýdýr. Eðer böyle olmasaydý, insanoðlu dostluk, dayanýþma, merhamet gibi duygulara gerek duymazdý ki! Bu yüzden “yaþamda sadelik, düþüncede ihtiþam” hiçbir zaman etkisini yitirmeyecek bir ilke. *** 20. Yüzyýl uygarlýðý iþ bölümü ve ihtisaslaþma denilen çarpýklýðý o kadar ileri götürdü ki bir sürü mekanik uzman yarattý. Bütünü göremeyen, olaylar arasýnda sebep sonuç iliþkisi kuramayan saçma sapan uzmanlar! Hepsinin kafasýnda çekmeceler ve bölmeler var. Gerekli bilgiyi ait olduðu çekmeceye koyuyor ve diðer çekmecelerle karýþtýrmýyorlar. Oysa bilgi, çaðrýþýmlarla, sezgilerle güçlenmeli ve deðiþik kategoriler arasýnda baðlantýlar kurabilmeli. Çaðrýþýmlar yoluyla düþünmenin kategorik düþünmekten bin kat üstün olduðuna inanýyorum. 20. Yüzyýl uygarlýðýndan önceki dönemlerde, böyle delice bir ihtisaslaþma tutkusu yoktu. Bütün çaðlarda bilim ve sanat yakýnlaþmýþ ve ayný kiþilerde yüceltilmiþti. Rönesans sanatçýlarý hem resim yaparlar hem matematikle, astronomi ve anatomiyle ilgilenir hem de müzik aleti çalarlardý. Ýslam uygarlýðýnda da çok iyi bildiðimiz gibi, bilim adamý, þair, müzisyen, matematikçi ve tabip filozoflar çoktu. Bu bilge kiþiler bilimin ve sanatýn yücelerek kesiþtiði noktada parlayan yýldýzýn ýþýðýný görebilen insanlardý. Bir evren kavrayýþý oluþturabiliyorlardý. Ýþ bölümü denilen hastalýk, bu çapta kiþilerin yaratýsýný engelle |
| |
Bu Faydalý Konusu için fetvacý seremet Arkadaþýmýza Teþekkür Eden Lobiciler: | Cold Fusion (19-10-2008) |
| |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|
| ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | son Mesaj |
Mozilla FireFox 3.1 Beta 1 Yayýnlandý | Cold Fusion | Sistem ve Ýnternet Araçlarý | 0 | 16-10-2008 09:56 |
Ali Sami Yen'de gol þov: 6-3 | eqemen | Galatasaray | 2 | 09-02-2008 21:25 |
Sürgün... Sezen Aksu-Zülfü Livaneli | sadece | Yerli Klipler | 2 | 07-02-2008 21:19 |
5 Yolcu 4 Paraþüt | aysaa | Karýþýk Fýkralar | 0 | 17-01-2008 01:15 |